Sersaxî/Başsağlığı
BaşsağlığıParis'teki Kürt Enstitüsü'nün kurucularından Kürt dili ve edebiyatı...
Kategori | : Felsefe |
Tarih | : 01/03/2023 |
Baskı | : 2 |
Yazar | : Celal Temel |
Yayıncı | : İsmail Beşikçi Vakfı |
Sayfa | : 552 |
Boyut | : 135x21 |
ISBN | : 9786059073646 |
Fiyat | : 120 |
|
ÖNSÖZ
Bu kitapta, I. Dünya Savaşı yıllarında, dönemin Osmanlı İktidarı İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından gerçekleştirilen; kayıt dışı kalmış, saklanmış, bilinmeyen veya çok az bilinen dramatik bir Kürd Tehciri gerçeği anlatılmaktadır. Bu gerçeği anlamak için, öncelikle, biraz da uzun yazmak zorunda kaldığım bu önsözün okunmasının yararlı olacağını belirtmek istiyorum. CT
“Seferberlik”, “mihacirê serhedê”, “erkânı harb”, “xelâ (kıtlık)”, “eskerê bejik”, “Şerê Ûris (Rus Savaşı)”, “Ûris hate kevrê qûl (Rus delikli taşa geldi)”, “Dê, weledê xwe davêtin (Anneler, evlatlarını atıyorlardı),” …
Geçtiğimiz yüz yıl içinde Kürdistan coğrafyasında büyüyen her Kürd, bu söylemlerden birini veya birkaçını duymuştur. Bu söylemler, dolaylı veya dolaysız, I. Dünya Savaşı yıllarında gerçekleşen ve bu kitabın konusu olan “1916 Kürd Tehciri” ile ilgili ifade edilmiştir.
1914-1918 yılları arasında gerçekleşen ve yaşadığımız toplumda, başlangıçta “Harbi Umumi” olarak adlandırılan savaş, bütün dünyayı etkileyen ilk savaş olduğundan daha sonra “I. Dünya Savaşı” olarak adlandırılmıştır. Bu savaşın temel nedeni ekonomik paylaşım olduğu için, “Birinci Paylaşım Savaşı” olarak da adlandırılmaktadır. Üzerinden yüz yıl geçtiği hâlde bu savaş hâlen tüm dünyada güncelliğini korumakta, izleri görülmektedir. Birkaç yıl öncesine kadar bu savaşı bizzat yaşayanlar da aramızdaydı. Bu bakımdan toplum hafızasındaki yeri hâlen tazedir. İnsanlığa büyük acılar yaşatan bu facia kolay unutulacak gibi değildir. Nasıl unutulsun ki, dört kıtadan, çeşitli uluslardan, yetmiş milyon asker, milis veya sivil savaşmış, yirmi milyona yakın asker veya sivil canından olmuş, bir o kadarı kaybolmuş, sakat kalmıştır. Kalanlar, bir yandan gidenlerin acısını yaşamış, diğer yandan, meydana gelen ekonomik çöküntüyle oluşan açlık ve yoklukla savaşmıştır.
İtilaf Devletleri ve İttifak Devletleri şeklindeki bloklar arasında meydana gelen bu büyük savaş, dünyaya büyük acılar yaşatmıştır. Savaştan yenilgiyle çıkan Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları dağılırken gerçekleşen sosyalist devrim sonucunda savaştan erken ayrılmak zorunda kalan Rus Çarlığı da tarihe karışmıştır. Almanya’nın yanında, İttifak Devletleri grubunda yer alan Osmanlı İmparatorluğu da savaştan yenik çıkan devletlerdendir. Konumuzu oluşturan Kürdler, Arapların savaşın içinde imparatorlukla yollarını erken ayırmasıyla, imparatorluğun ikinci kalabalık halkı olarak Osmanlı cephelerinde savaşa katılmışlardır. Kafkas Cephesi’nde kendilerine ait olamayan bir savaşın ortasında karşı karşıya gelen Hıristiyan Ermeniler ve Müslüman Kürdler, bu savaşın kurbanlarındandır. İmparatorlukların dağıldığı, büyük alt üst oluşların yaşandığı bu süreçte, Kürdistan coğrafyası cephelerin çapraz ateşi altında kaldı ve Kürdler, savaşın sonunda hiçbir ulusal hak elde edemediler. Bunda, savaşın içinde yaşanan ve kitabımızın konusu olan 1916 Kürd Tehciri’nin çok büyük etkisi vardır.
Daha savaşın başlarında, 1915 yılı ocak ayı başında meydana gelen Sarıkamış bozgunu sonrasında; Rusya, 1916 yılı başında, bu günkü idari yapıyla 17 vilayeti kapsayan Erzurum, Bitlis, Van ve Trabzon vilayetlerini işgal etti. Bir yılın içinde, Rus işgali, Van Gölü’nün güneyine kadar yayıldı. 1915 yılı bahar aylarında, İttihat ve Terakki Hükümeti Ermeni Tehciri başlattı. Ermeni Tehciri bir katliam hâlini alıp soykırıma dönüşürken 1915 ortalarından itibaren bu kez de Rus işgali dolayısıyla, çoğu Kürd olan Müslüman halk, savaş bölgesinin dışına göç etti veya göç ettirildi. Savaş bölgesinden kaçan/kaçırılan, ağırlıklı olarak Kürdlerin oluşturduğu Müslüman göç kafileleri; başlangıçta, Sivas, Mamuretül-aziz (Elâzığ) gibi yakın illere; Diyarbekir, Urfa, Ayıntap, Musul gibi güney illerine yöneldiler. İttihat-Terakki’nin planlı-gizli politikalarıyla, 1916 yılı başlarından itibaren göç yaygınlaştı ve göçün yönü Anadolu’ya çevrildi. Zorunlu göç, zorla göçe/ tehcire dönüştürülerek bir asimilasyon aracı olarak kullanıldı. Bu göç, yeni ulus yaratma, Türkleştirme amacı için, savaş içinde İttihat Terakki yönetimine fırsatlar verdi. İttihatçılar, savaştan önce tasarladıkları nüfus ve iskân projelerini, savaş ortamında hayata geçirerek büyük bir demografik hareket başlattılar.
Yıl 1916, I. Dünya Savaşı’nın ortası. Bir yıl önce Ermenileri tehcir eden İttihatçılar, Rus işgali gerekçesiyle, savaş bölgesindeki Kürdleri de bölgeden uzaklaştırmanın hesabı içindeydiler. Aslında 19. yy sonlarından itibaren, Osmanlı’da, imparatorluktan ulus-devlete geçiş süreci yaşanırken Kürdler üzerine hesaplar yapılıyordu. Abdülhamid de İttihatçılar da artık imparatorluğun devam edemeyeceğinin farkındaydılar. Devlet aklında artık elden çıkarılacaklar ve elde tutulacakların hesabı yapılıyordu. İmparatorluk çözülürken elde tutulması gerekenlerin başında Kürdler vardı. Kürdler, müstemleke (koloni-sömürge) gibi yönetilecek ama öyle gösterilmeyecekti! Abdülhamid de İttihatçılar da farklı yöntemlerle bunu uygulamanın çalışmalarını yürüttüler. Abdülhamid “Müslüman Kardeşliği” derken İttihatçılar, sürgün ve asimilasyonla ve adına da “modernleşme” diyerek projelerini gerçekleştirmeye çalıştılar. Yeni bir ulus inşası için, ulus-devlet için, İttihatçıların yok etme projesi içinde Kürdler ve Ermenilerden başka, Ege ve Trabzon havalisinde yaşayan Rumlar ve diğer gayrimüslim azınlıklar da vardı. Araplardan vazgeçilmişti; İngilizler onları ayartmıştı! Rumlar, Ermeniler, Araplar, Kürdler, her biri için ayrı yöntemeler uygulanacaktı. Diğerleriyle, bir şekilde yollar ayrılırken Kürdlerle, koloni olmayan koloni şeklindeki bir yöntemle devam edilecekti. İttihatçıların ideoloğu olarak bilinen Diyarbekirli Mehmet Ziya (Gökalp), öncelikle asimile edilebilir, asimile edilmesi gereken unsur olarak nitelendirdiği Kürdler, tabii ki bu derin aklın farkında değillerdi. Savaş, bu aklın tasarladıklarının uygulaya girmesi için İttihatçılara önemli bir fırsat verdi. Turan hayalleriyle girdikleri savaşta, savaşla ilgilenmekten çok bu işlerle uğraştılar ve etnik temizlik planlarını uyguladılar. Bunun en önemli aracı da tehcirdi, sürgündü. Ermenileri açıkça sürgün ederken Kürdleri de sürgün edeceklerdi ama bu görünmeyecekti! Bilinmeyen 1916 Kürd Tehciri aynen böyle bir şey…
Soykırım boyutuna ulaşan 1915 Ermeni Tehciri herkesçe bilinmektedir. Tehcirde, bir kısım Kürdlerin de kullanıldığı veya bazı Kürdlerin buna bulaştırıldığı da bir gerçektir. Ermeni tehcir ve soykırımıyla ilgili, bu güne kadar tüm dünyada ve Türkiye’de sayısız kitap ve makale yayımlandı; filmler çekildi, belgeseller hazırlandı. Türkiye bu konuda bir şey yapmasa da konu Türkiye’de ve tüm dünyada kamuoyu tarafından bilinmekte ve tartışılmaktadır. Birçok ülke, bu tehcirin bir soykırım olduğunu parlamentolarında kabul etti. Ancak I. Dünya Savaşı sırasında, 1915 Ermeni Tehciri sürecinde ve sonrasında, Kürdlerin başına neler geldiğini bilen yoktur veya bilenler bunu dile getirmiyor, yazmıyor. Ermeni Tehciri’nin devam ettiği 1915’te başlayan, 1916 yılında yaygınlaşan ve 1917’de devam eden büyük bir göç hareketiyle, yüz binlerce Kürd insanının Anadolu’ya sürüldüğü ve yarısından fazlasının göç koşullarında öldüğü, savaştan sonra geri dönmek isteyenlerin engellendiği, kalanların asimile edilerek yok edildiği bilinmemektedir. Bu trajik göçün, bir Kürd Tehciri olduğu yetkililer tarafından bilindiği hâlde, sıradan bir göç havası verilerek Rus Savaşı’ndan Kaçan Müslüman Mülteciler, Müslüman-Türk Mülteciler veya Vilâyat-ı Şarkiye Mültecileri gibi adlandırmalarla konunun esası gizlenmiştir. Saklı kalmış, gözlerden kaçırılmış olan bu tehcirin, aynı sıralarda yaşanan Ermeni Tehciri gölgesinde kaldığı da görülmektedir.
Çeşitli araştırmacılar, Kürd göç ve sürgünlerini değerlendirirken 18-19. yüzyıllardaki Osmanlı dönemi, cumhuriyetin ilk yıllarındaki 1925-1938 dönemi ve 1987-2000 yılları arasındaki yakın dönemi ele almaktadır. Oysa nüfus oranına göre en büyük Kürd sürgünü, 1915-1917 yıllarında gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet yöneticileri, 1923 sonrasındaki Kürd iskânıyla ilgili politikalarını; İttihatçıların 1913’te başlattığı demografik hareketler, etnisite politikaları ve toplumsal mühendislik projelerinin devamı olarak sürdürmüşlerdir. Şark Islahat Planı ve Mecburi İskân Kanunu gibi Erken Cumhuriyet Dönemi uygulamaları ve Türkleştirme politikaları, 1913-1918 yılları arasındaki Geç Osmanlı Dönemi’nden devir alınmıştır.
I. Dünya Savaşı’nın en fazla tahribat yaptığı coğrafyalardan biri Kürdistan’dır. Savaş süresince, cephelerde, 1915 Ermeni Tehciri’nde, 1916 Kürd Tehciri’nde, göç yollarında; çeşitli salgın hastalıklar, yokluk, açlık, halkı perişan etmiş; bu süreçte 500-600 bin Kürd, çeşitli şekillerde canından olmuştur. Tüm veriler, 1915-1917 yıllarında, ağırlıklı olarak 1916 yılında, zamanın Erzurum, Bitlis, Van vilayetlerinde (Bu günkü idari yapıyla 13 il) yaşayan, çoğu Kürd en az bir milyon kişinin mülteci durumuna düştüğünü ve bunun yarısından fazlasının çeşitli nedenlerle öldüğünü göstermektedir. Anadolu içlerinde kalan, yaklaşık 300 bin kişinin de savaştan sonra topraklarına dönmeleri engellenmiştir. Dönme imkânı bulabilen az sayıdaki aile dışındakiler, Anadolu içlerinde, asimilasyon canavarının pençesinde yok olup gitmişlerdir.
Büyük insan kaybının yanında, Kürdistan coğrafyasının bir bölümünde süren savaş, büyük bir yıkıma yol açmış, üretim tamamen durmuş, ekonomi çökmüştür. Kürdlerin ve Ermenilerin göç ettirilmesiyle savaş sonunda, Van Gölü çevresinde insansız bir coğrafya kalmıştır. Bölgedeki nüfus %10-15’e inmiştir. Kürdlerden ve Ermenilerden boşaltılan bu coğrafyaya, aynı dönem ve daha sonraları, Balkanlardan ve Kafkaslardan, Türk soylu veya Türkçe konuşan Müslüman halklar getirtilip yerleştirilmiştir.
I. Dünya Savaşı yıllarındaki Kürd sürgünü, öyle planlı ve sinsidir ki, sürgün edilenler bile, sadece savaştan kaçtıklarını sanmış, sürgün edildiklerini anlayamamışlardır. Genellikle yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan bu insanların çoğu, aylarca, yıllarca; yaya, hayvanlarla, kağnı arabalarıyla, çok azı tren vagonlarında yaptıkları yolculuklar sonunda yaşamını yitirmiştir. Savaş acısı ve göç acısı içinde kalan kitleler, tarifi imkânsız dramlar içine sürüklenmişlerdir. Yüz yılı aşkın bir zamandır Kürdler arasında bu insanlara Mihacirê Serhedê denir ama dramlarının gerçek yüzü bilinmez.
1916 Kürd Tehciri bilinmemekte veya çok az bilinmektedir. Bunun bir nedeni olarak, Kürdlerin, o sırada, siyasi, kurumsal bir yapıya sahip olmamaları gösterilebilir. Kürdlerin, kendilerine ait bilgileri saklayan arşivlerinin olmaması, Kürd tarihinin pek çok yanını bilinmez kılarken Kürd araştırmacılar da mensubu oldukları devletin resmi söyleminden kurtulamamış, arşivlerden ve sözlü anlatımlardan yararlanamamışlardır. I. Dünya Savaşı’nın dumanı ve Ermeni Tehciri dramı, bu dönemdeki Kürd Tehciri’nin bilinmemesinde diğer bir etkendir. O dönemde bölgede bulunan Batılı ve Rus görevlilerin anılarında, konuyla ilgili kırıntı bilgiler bulunsa da bu dönemde Kürdlerin başına gelenler ve özellikle 1916 Kürd Tehciri bilinmiyor. Kürdlerin Batılılarla farklı dine sahip olmaları, bazı Kürdlerin Ermeni Tehciri’ne bulaşmış olması da dünya kamuoyunda Kürdlerin bu süreçte yalnız kalmasında etken olmuştur.
Günümüz Türkiye’sinde pek çok konunun doğru anlaşılabilmesi için; cumhuriyetin kuruluşunu takip eden on beş yıllık (1923-1938) Erken Cumhuriyet Dönemi’nin bilinmesi gerektiği gibi; II. Meşrutiyet’ten III. Meşrutiyet’e (Cumhuriyet’e) Dönemi veya Geç Osmanlı Dönemi olarak adlandırılan on beş yıllık (1908-1923) dönemin de iyi bilinmesi gerekir. 1916 Kürd Tehciri, 1915 Ermeni Tehciri gibi bu dönemin içindedir.
1916 Kürd Tehciri’nin gerçek olarak bilinir hâle gelmesi, 1990’larda, Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinin (BOA) açılmasıyla gerçekleşmiştir. Dâhiliye Nezareti ile taşra teşkilatı arasında yapılan telgraf yazışmaları, 1914 yılından itibaren şifreli hâle getirilmiş ve Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi oluşturulmuştur. Ermeni ve Kürd tehcirlerinin meydana geldiği, 1914-1918 yılları dönemindeki belgeler, arşivlerde 10 ciltlik bir katalog hâlinde düzenlenmiştir. Bu kataloglarda yirmi bin civarında belge bulunduğu bilinmektedir. Dönemin Dâhiliye Nazırı Talat’ın, İskân-ı Aşâir ve Muhâcirîn Müdîriyyeti (İAMM), Aşâir ve Muhâcirîn Müdîriyyet-i Umûmiyyesi (AMMU) ve Emniyet Umum Müdîriyyeti (EUM) aracılığıyla vilayetlerle yaptığı, Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi (DH ŞFR) ve Dâhiliye Nezareti Emniyet Umum Müdürlüğü (DH EUM) antetli şifreli yazışmalar, 1916 Kürd Tehciri’ni tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Elbette yakılan, kaçırılan, yok edilen belgelerin akıbetini bilemiyoruz.
Yazılı belgelerde, genellikle, Müslüman Mülteciler, Vilâyat-ı Şarkiye Mültecileri, Umumi Harb Dolaysıyla Dâhile İltica Edenler şeklinde adlandırmalarla, göç edenlerin kimliği saklanmaktadır. Buna karşın, Dâhiliye Nazırı Talat ile taşra teşkilatı arasındaki şifreli telgraflarda, etnik aidiyete göre uygulama yapıldığı, açıkça belirtilmektedir. Talat’ın emirlerinde, savaştan sonra yerlerine iade edilecek olan Türk mültecilerin bölgeye yakın yerlerde bırakılması; Kürd mültecilerin Anadolu’ya asimilasyon amacıyla gönderilmesi ve savaştan sonra da geri gönderilmeyecekleri açıkça ifade
edilmektedir.
Dönemin resmî gazetesi Takvîm-i Vekâyi, Tasvir-i Efkâr ve Tanin gibi Osmanlı yayın organlarında, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan zabıtlarında, yerli-yabancı tanıkların anılarında, az da olsa satır aralarında konuyla ilgili bilgi ve belgeler bulunmaktadır. Kısmen bilinen Rus arşivlerinde, Rus araştırmacıların eserlerinde, İngiliz arşivlerinde, ulaşılan, ulaşılmayan bilgi ve belgeler olduğu bilinmektedir. 1916 Kürd Tehciri’nden iki yıl sonra, 1918 yılında yayına başlayan Kürdistan Teali Cemiyeti yayın organı Jîn dergisi, Serbestî gazetesi ve Kürdistan dergisinin çeşitli sayılarında, 1916 Kürd Tehciriyle ilgili çok sayıda yazı ve habere ulaştık. Bir kısmına bu kitapta yer verdik. Jîn dergisinin 7 Kasım 1918 tarihli ilk sayısının, Haydarizâde İbrahim tarafından yazılan ilk yazısı, “Duyulanlara ve Rus gazetelerinin açıklamalarına göre, Kürdlerin yalnız bu Harb-i Umumi’de vermiş oldukları kayıplar 800 bin kişiye yakındır.” diye başlıyor. Jîn ve Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kısa bir süre sonra kapanması üzerine konuyla ilgilenen olmamıştır.
Türkiye’deki pek çok politik ve sosyal konuyu doğru anlayabilmek için, Türk resmî tarihi ve resmî ideolojisinin hegemonyasından kurtulmak gerekir. Bu da mevcut önyargıların kırılması, “doğru” diye ezberletilip benimsetilen yanlışların deşifre edilmesi, ezberlerin bozulması, tabuların yıkılmasıyla olabilir. Günümüzde “Kürd Sorunu” diye adlandırılan ve Kürdleri aralarında paylaşan devletler tarafından “problem” olarak gösterilen konu; büyük oranda yukarıda verdiğimiz dönemlerden, özellikle de I. Dünya Savaşı öncesi, savaş sırasında ve sonrasındaki gelişmelerden devir alınmıştır. Yaklaşık yüz yıldır, zamana ve yere göre farklılıklar gösteren konu, hâlen çok karmaşık bir durumdadır. Bu karmaşanın ana nedeni, Kürdlerin yüz yıl önce yaşadığı bu büyük mağduriyet ve Kürdistan’ın 1923’te Lozan’da paylaşılıp ulusal haklarının gasp edilmesidir.
Tarihçilerin, araştırmacıların, 1916 Kürd Tehciri’ne dikkat çekmemesini iyi niyetle yorumlayamayız. Bu kitapta, mevcut bilgi ve belgelerin ışığında, bu döneme dikkat çekmeye, bilinmeyen 1916 Kürd Tehciri’ni bilinir hâle getirmeye çalıştık. Bunu yaparken objektif olmaya özen gösterdik. Büyük oranda yazılı belgelere dayalı olarak yaptığımız bu çalışmayı, kırk-elli yıl önce yapabilseydik, sürgünü bizzat yaşayan veya tanıklık yapanların sözlü tarih anlatımlarıyla da desteklerdik. Ulaşabildiğimiz birkaç sözlü anlatım olsa da istediğimiz oranda olmadı.
Bu önsözün girişinde verdiğimiz, yaşlılarımızdan sıkça duyduğumuz söylemleri ancak bu gün anlamlandırabiliyoruz. O dönemde tarih bilincimiz yoktu, eksikti ve dinlediklerimizin çoğunu unuttuk. Elbette, kişisel olarak buna hayıflanıyorum. 1916 Kürd Tehciri’nin bilinmemesinde, Kürd yönetici ve liderlerin, Kürd araştırmacı ve yazarların sorumluluğu büyüktür. Kürdlerde, “Tiştê çû mede dû” (Giden şeyin peşine düşme) diye bir söz vardır. Eğer, “Giden nasıl olsa değiştirilemez, geleceğe bak.” şeklinde anlaşılıyorsa doğrudur ama “Tarihin peşine düşme.” şeklinde anlaşılıyorsa yanlıştır, tarih bilinci eksikliği yaratmaktadır. Kürdlerdeki genel ulusal bilinç eksikliğinin, tarih bilinci eksikliğinden kaynaklandığı da anlaşılmaktadır.
1916 Kürd Tehciri konusu, akademi dünyası için de henüz çok bakirdir. Bildiğimiz kadarıyla, resmî ideolojinin dışında, akademi dünyasından Doç. Dr. Fuat Dündar dışında, konuyla ilgilenen olmamıştır. Umarız ki tarihçiler, araştırmacılar ve akademisyenler, bundan sonra, 1915 gibi, 1916’yı da görür, araştırır ve değerlendirirler.
I. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan ve Kürd toplumunun geleceğinde büyük olumsuzluklar yaratan 1916 Kürd Tehciri bilinmeyen bir trajedidir. Kitabımızın konusu olan ve neredeyse hiç bilinmeyen bu trajedi, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan on beş yıllık 1908-1923 sürecin tam ortasında, odak noktasındadır. I. Dünya Savaşı’nın Kürdlere etkilerini, İttihat-Terakki’nin bu dönemdeki iskân ve nüfus mühendisliği politikalarını inceleyerek bilinmeyen 1916 Kürd Tehciri’ni, mevcut bilgi ve belgeler ışığında, incelemeye ve değerlendirmeye çalıştık. Yıllar süren bir çalışma sonucunda ve büyük bir emekle ortaya çıkan bu eserin okuyucuya yararlı olacağını umuyorum.
2 Ağustos 2019
Celâl TEMEL
2. BASKIYA ÖNSÖZ
Dönemin Osmanlı iktidarı İttihat-Terakki Cemiyeti tarafından I. Dünya Savaşı yıllarında gerçekleştirilen ve çok az bilinen, saklı kalan dramatik bir Kürd Tehciri gerçeğini anlatan bu kitap, 2019 yılı sonlarında İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları arasında yayımlandı. Az bilinen veya hiç bilinmeyen bir konuyu anlatan ve daha önce benzeri yayımlanmamış kitap, ilgiyle karşılandı.
Özellikle Kürdlerin “Serhed” dediği Erzurum, Ağrı, Kars, Bazid, Muş, Bitlis ve Van çevrelerinden, geri bildirimler aldım. Kitabı okuyanlardan, “Benim de atalarım bu sürgünde yerlerinden oldular, Anadolu içlerinde kayboldular, dönmediler, hiç haber alamadık.” şeklinde çokça mesaj aldım. Bunların bir kısmına, bu baskıda yer verdik.
Kitabın basımından kısa bir süre sonra başlayan Corona (Kovid-19) salgını dolaysıyla, kitabın tanıtım ve dağıtımını fazla yapamadık. Buna karşın kitap bir süre önce tükendi.
Kitaba, konuyla ilgili bazı yeni bilgiler eklendi, öneriler göz önüne alınarak eksikler tamamlandı, hatalar düzeltildi.
Bu dramda yaşamını yitiren yüzbinlerce insanın anısına saygıyla…
2 Ocak 2023
Celâl Temel